1. Haberler
  2. Teknoloji
  3. İsyan ettiler

İsyan ettiler

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hangimizin takıntısı yok ki…

Kimimizin; simetri takıntısı, kimimizin; mükemmellik, kimimizin; kontrol etme takıntısı vardır.

Obsesif kompulsif bozukluğu olan 6 kişi, bir araya gelirse ne olur. Gerçek hayatta ne olur bilinmez ama ‘Takıntılar’da ortaya izlemesi keyifli bir sinema filmi çıktı.

Sky Films, ONK Content ve Birleşik Heyecanlar ortak yapımı olan ‘Takıntılar’ın yapımcıları Emre Oskay, Mehmet N. Karaca ve Levent Güneri

Fransız yazar Laurent Baffie’nin ‘Toc Toc’ adlı tiyatro oyunundan Ferhat Ergün‘ün senaryolaştırdığı

Yunus Nihat Özcan‘ın yönettiği ‘Takıntılar’da başrolleri; Seda Bakan, Ecem Erkek, Sarp Akkaya, Bora Akkaş ve Çiçek Dilligil ve Özge Özberk ve Zafer Algöz paylaştı.

* Obsesif-Kompülsif Bozukluk Nedenleri

Nedeni tam olarak anlaşılmamış olsa da, araştırmalar biyolojik ve çevresel faktörlerin OKB ile ilişkili olabileceğini göstermiştir.

‘Takıntılar’da; ‘Hikmet’i canlandıran Zafer Algöz ile ‘Işıl’ı canlandıran Seda Bakan, Habertürk‘e verdikleri röportajda takıntılarından, sektördeki kadın oyuncuların karşılaştığı sorunlara kadar birçok konuda açıklamada bulundu. Algöz ile Bakan, komedi yapımlarının film festivallerinde yarışmamasından yana dert yanarak bunun haksızlık olduğunu dile getirdi.

• Bugünlerde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Seda Bakan: İyi hissediyorum. Çok çalıştığım için kendimi dinleyemiyorum. Kendimi dinleyemeyince kendimi iyi hissediyorum.

Zafer Algöz: Gayet iyi hissediyorum. Ben Seda’ya hep “Sayın bakanım” diye hitap ediyorum. Soyadı ‘Bakan’ ya… Geçenlerde Seda’nın sayfasını gördüm, bir baktım devamlı setlerde, kuaförlerde saçı yapılıyor. Hatta ona; “Sayın bakanım, evden çok kuaför önündesiniz” diye mesaj yazdım. Beğenilen ve istenilen bir oyuncu olunca talep de oluyor. Ben de kendimi çok iyi hissediyorum. Çünkü ben bu film bittikten sonra yönetmenle birlikte, sonra da Antalya’da halkla izledim. İzmir’de de izledim. Çok güzel bir hikâye… Laurent Baffie’nin yazmış olduğu ‘Toc Toc’ adlı tiyatro oyunu. Avrupa’da tiyatro grupları tarafından oynanmış, Türkiye’de de oynandı diye hatırlıyorum. İspanyollar tarafından yıllar önce filmi çekildi. Çok güzel hikâye. Çünkü oynayan oyuncuların hepsine eşit olarak dağılmış bir biçimde kendini gösterebileceği bir alan oluşturuyor. Güzel de bir kadromuz var. Yönetmenimiz Nihat Özcan da sağ olsun, her şeyi hazırlayıp önümüze getirdiği için başlamadan önce çok iyi bir hazırlık süreci geçirdik. Birlikte defalarca okuma provası yaptık. Çalışmış olduğumuz sette zaten kompakt olarak herkes bir arada olduğu için bir tiyatro oyununu sinema filmi haline getirmek için çekiyorlarmış gibi bir hava oluştu. Bu da bizim için avantajlı oldu. Bazı 2 – 3 sayfalık yerleri blok halinde akıtabilmek de mümkün olduğu için çekerken de çok zevk aldık. Ve çıkan işi görünce de gerçekten mutlu oldum.

• ‘Takıntılar’ın beni en etkileyen yönlerinden biri de hikâyesinin tek bir mekânda geçiyor olması. Konu açısından farklı olsa da tek mekâna sahip omasını ‘12 Kızgın Adam’a benzettim.

Zafer Algöz: Yasmina Reza’nın ‘Vahşet Tanrısı’ da öyledir. Onun sinema filminde Jodie Foster oynamıştı. Biz onu tiyatro oyunu olarak oynadık. O tek mekânda geçer. Bir evin oturma odasında, 2 kadın 2 erkek arasında geçer. Çok fazla tablo değişimi olmadığı için, tek planda, sadece oyunculuğa dayalı bir iş olduğu için çok anlamlı. Bu iş de öyle.

• Teklif geldiği zaman neler hissettiniz? Hangi nedenlerden dolayı bu filmde olmak istediniz?

“İYİ Kİ DE ÖYLE OLDU”

• Siz yapım aşamasında bulundunuz mu?

Zafer Algöz: Evet, ben işin en başından itibaren vardım. Bir tek benim oynayacağım karakter belliydi. Diğer karakterleri oluştururken de Nihat ile çok güzel bir fikir alışverişimiz oldu. Ben hep şunu söyledim: Burada bir ekip oluşturacaksak, o rolü oynayabilecek, gerçekten bunu becerebilecek oyuncularla çalışmamız lâzım. İşe başladıktan sonra, “5 oyuncu çok iyi ama altıncı oyuncu biraz vasat kaldı, duygusu yaratırsa olmaz. Bütün oyuncuların çok iyi olması lâzım” diye düşündük. Hakikaten de yapmış olduğumuz cast bizi hiç mahcup etmedi. Seda, Bora ve Özge ile daha önce çalıştık. Cem Yılmaz’ın projelerinde onlarla çalıştığım için zaten onların oyuncu materyallerini biliyordum. Ecem ve Sarp’ı yapmış oldukları işlerden tanıyordum ama “Onlar da bu performansları çok iyi yapabilirler” diye inandım ve iyi ki de öyle oldu.

• Filminiz bir festivale katılsa; jürinin “En İyi Oyuncu ödülünü kime versek” diye bayağı bir düşünmeleri gerekir.

Seda Bakan: Direkt Zafer ağabeye verirler. Bizim bütün ödüllerimiz Zafer Algöz’e…. Bu kadar deneyimli, profesyonel ve çok yetenekli bir oyuncuyla çalışmak, bir oyuncu için muhteşem bir şey. Onu oynarken izlemek bile benim için çok önemli. Sadece şöyle bir şey oluyor, kendimi Zafer ağabeyin oyununa kaptırınca elim falan düşüyor. Onunla çalışmak bizim için çok güzel bir şey. Zafer ağabeyin oyunculuk yeteneğini zaten tartışamayız ama kendisinin görünmeyen, izleyicinin bilmediği bir tarafı da var. O da organizasyon becerisi… Biz yemekten sonra birazcık gevşeyelim dediğimizde Zafer ağabey, textini alıp önümüze oturduktan sonra hepimiz texti açıp laf geçmeye başlıyorduk. Bu da tabii işi çok kolaylaştırıyor. Tiyatro sahnesine çıkıyor gibisin. O ezber, sana o kadar iyi hissettiriyor ki. Hepimiz canla başla bu projeye lâyık olmaya çalışmak için elimizden geleni yaptık.

• Ustalığın bir tanımı da şudur; çırak, işi ustasını takip ede ede öğrenir.

Zafer Algöz: Usta – çırak işinin en tehlikeli tarafı da şudur; usta, bazen çırağa, yanlışı da doğru diye öğretir. Onun için gerçek ustanın el verdiği insanın yaratıcılık alanını desteklemesi lâzım. Ona göre motive etmesi lâzım, benim gibi yap, dememesi lâzım. O anlamda çok yetenekli oyuncularla çalıştığım için çok fazla ustalık göstermeye de gerek kalmadı. Çünkü söyleneni hemen anlayan, anında yapan, bir tonlamayı değiştiren, bir vurgunun yerini değiştiren ya da kendisi başka bir öneride bulunan oyuncu, herkesin çalışmak istediği oyuncu tipidir.

• Zafer beyle çalışmak diğer oyunculara disiplin ve güven de veriyordur, değil mi? Kendisinden özellikle neler öğrenmişsinizdir?

Seda Bakan: Bence bir tık rahat olmayabiliyorsun. Bir tık tedirginlik oluyor ama bence o, çok işe yarıyor. Olumlu anlamda bir tedirginlik yoksa dünya tatlısı bir insan. Oradaki o sahneye ve o heyecanın içine en iyi şekilde girmeye çalışıyorsun. Aslında bahsetmek istediğim şey bu. Sorunun ikinci bölümüne gelince; cümleyi belki doğru kuramayabilirim ama Zafer ağabey sanki hep şunu söylüyor: Biz burada profesyonel anlamda ezberimizle, her şeyimizle hazır olalım. “Biz sahne arkasında eğlendik” diye bir şey yok. İşimizi yapalım ki onun heyecanıyla, mutluluğuyla eğlenelim.” Aslında profesyonellik tarafında duruyor. Bu onda tanıdığım, bildiğim en önemli özelliklerden birisi olabilir. Sahnede zaten Zafer ağabey bir laf söylüyor, hepimiz içimize içimize gülüyoruz ama sahne arkasında hazırlanırken, eğlendik, güldük, ne kadar da iyiydi, diye bir şey yok. Çalışırken, o disiplin tarafı da çok önemli.

Zafer Algöz: Biz sadece yemek aralarında eğlendik. Genelde; “Filmi çekerken çok eğlendik” denen filmler sinema perdesinde aynı tadı pek vermiyor. Bizde işin eğlence tarafı hep yemek aralarında olur. Onun dışında molalarda, Seda’nın dediği gibi “Arkadaşlar, biraz sonra 3 sayfalık bir sahne çekeceğiz, gelin şunun bir ezberini geçelim” diyoruz. Çünkü onun ezberini geçmek sadece replikleri hatırlamak değil, orada bayağı enstrümanların akordunu yapıyoruz. Nasıl tonlayacağız, nasıl söyleyeceğiz, burası daha mı yüksek olacak, daha mı alçak olacak, bunların hepsinin akordunu yaptıktan sonra kamera önüne çıktığında o performansı göstermek önemli.

“TAKINTIM; MÜKEMMELİYETÇİLİK VE BEŞİKTAŞ”

• Filmin konusundan gidersek, sizin en büyük takıntınız nedir?

Zafer Algöz: Benim en büyük takıntım Beşiktaş’tır. Onun dışında mükemmeliyetçilik var. Bir şeyi yaparsam en iyisini yapmak isterim. Bir şeyi yaptıktan sonra bana herkes; “Ne kadar güzel oldu” dese bile, daha iyi olabilir miydi acaba, diye düşünürüm. Hep böyle bir takıntım olmuştur ve hâlâ da devam eder.

• Başkasında da mükemmeliyetçiliği arar mısınız?

Zafer Algöz: Tabii ki.. O anlamda Cem Yılmaz mükemmeliyetçi bir adamdır. Sadece kendi oynadığı bir karakter değil, 150 kişilik bir sahnede bir figüranın boynuna taktığı fuları bile takıntı haline getirir. “Ben, o renk istememiştim, onun şapkası böyle olacak, bunun ayakkabısı böyle olacak” der. Zaten bu tip ayrıntıları takıntı haline getiren insanlar hep başarılı olurlar.

Seda Bakan: Ben de kişisel hayatımda mükemmeliyetçi biriyim. Mesela, çocuklar üzerinden anlatırsam, onların yemekleri hep saatlidir, oyun oynayacağı saatler, banyo saatleri, parka çıkacağı saatler bellidir. Bu benim için çok önemli. Programlı olmak zorundayım. Tabii ki benim de oynadığım karakter ‘Işıl’a benzeyen bir tarafım var. Bir de temizlik takıntım var. Hep vardı… Çünkü annemde de var. Bence annemden gelen bir şey. Çocukluğumdan beri sürekli o temiz olma, önlük giyiyorsan onun yakasının kolalı ütülenmesi, ertesi gün o kolalı önlük yakasının tekrar değişmesi, ayakkabılarımın pırıl pırıl, saçlarımın jilet gibi olması lâzımdı. Ben çocuklarımın programlarını saatliyorum ama tiplerine çok karışmıyorum. Onlara bunu empoze etmemeye çalışıyorum.

• Takıntılarınızdan rahatsız olma durumu söz konusu değil, değil mi?

Seda Bakan: İleride rahatsız edici olmasın diye şimdi dikkat ediyorum.

Zafer Algöz: Ama sen böyle dikkat ettiğin için çocukların da planlı, programlı ve disiplinli hayatı seçeceklerdir, emin ol. Çünkü yemek saatin belli, gezme saatin belli, daha küçüklükten itibaren bir disiplin iyidir.

Seda Bakan: Artık günümüzde bunlara takıntı diyebiliyorlar.

Zafer Algöz: Mesela, çocuk akşam 7’de yemeğini yemiş olacak, bazıları, “Ya bunu da bu kadar takmayın, 8’de yese ne olur?” diyor. Hayır, öyle olmaz.

• Takıntılı olan arkadaşlarınızla ilişkileriniz nasıl? Örneğin, filmden yola çıkarsak, kontrol takıntısı?

Seda Bakan: Kontrol takıntısı bence herkeste var. Bu durum bazı insanlarda dikkat dağınıklığı nedeniyle oluyor.

Zafer Algöz: Ya da kafanda çok fazla konu olduğu için evin içinde yapman gereken işlerde otokontrolünü kaybediyorsun. Mesela; “Evden çıkacağım, bankaya gideceğim, oradan terziye gideceğim, oradan kuaföre gitmem lâzım” gibi… Bunların hepsini kafanda programlarken diğer yapmış olduğun rutin eylemleri unuttuğunu zannediyorsun. Bunlar hep kafanın başka şeylerle meşgul olması neticesinde ortaya çıkan takıntılardır.

• Mesleğiniz adına özellikle neyi yaparsanız kendinizi ayrıcalıklı hissedersiniz?

Zafer Algöz: Zor işi yapmak beni çok mutlu eder. O yüzden de herhangi bir projede yer aldığım zaman o işin zorluk derecesi, mükemmellik derecesi beni çok ilgilendirir. Kendi yapımın dışında bir karakteri oynuyorsam beni mutlu eder. “Bu tam sen, hiçbir şey yapma, gel kendin gibi konuş.” böyle bir rol beni mutlu etmez. Tam tersine beni zorlayacak, çalışmamı, onun hakkında araştırma yapmamı gerektirecek ve karakteri yeniden oluşturma anlamında beni zorlayacak olan işleri severim. Beni zorlayacak olan işleri yapmak, beni daha çok mutlu eder.

• Öyle işler geliyor mu?

Zafer Algöz: Çok zor da olsa geliyor. Genelde bizim ülkemizde senaryo yazma konusunda bir talihsizlik var. Ülkede çok hikâye var ama o hikâyeleri senaryo yapacak kafaya sahip olan insan bulmak çok zor.

• Neden yapılamıyor?

Zafer Algöz: Çünkü senaryonun bir matematik olduğunu hesaba katmıyorlar. Senaryo yazmak bir matematik işi. Bir sinema filminin senaryosunu okuduğumda ilk 10 – 15 sayfada hikâyenin ne olduğunu anlamalıyım. Aynı şey, izleyiciler için de geçerli. Boşu boşuna, “Matematiği var” demiyorlar. Bir filmi izlediğiniz zaman ilk 15 dakika içerisinde, filmde genel olarak kimler iyi kimler kötü, hikâye nereye gidiyor, o duyguyla seni yakalayabilmesi lâzım. Bir de ekonomik olması lâzım. Aklına her gelen şeyi yazmaman lâzım. Sinemanın dili fazla geveze olmamalı. Hayatında hiç sinema filmi senaryosu yazmamış birçok insan bana ulaşıp; “Senaryo yazdım, okur musun?” diyor. Okuyorum; 285 sayfa, 2 karakter var, 4 sayfa biri konuşuyor, 4 sayfa diğeri konuşuyor. Sinemada, bu kadar uzun süre bir insanı tek planda kimseye izletemezsin. Charlie Chaplin’in onunla ilgili çok güzel bir sözü vardır: “Sinemada tek planda dünyanın en büyük aktörünü bile 20 dakika izlettiremezsiniz ama bir bebeği içi su dolu küvete oturtun, eline bir tane sabun verin, o sabunu yakalamaya çalışsın, 20 dakika değil, bir saat bile insanlara kendini izlettirir. Çünkü çocuk kendi doğallığı içinde olduğu için, kimseye kendini beğendirme ya da gösterme iç güdüsü olmadığı için, o doğallığın peşinden gidersiniz” diyor. O yüzden de sinemanın kendine özgü bir matematiği var. Tiyatronun da öyle… O yüzden de o matematiği oluşturan insanların yapmış olduğu hikâyeler zaten güzel senaryo oluyor. Diğer türlü filmden sıkılıyorsun ya da dikkatin dağılıyor ya da ben bundan hiçbir şey anlamadım duygusu da oluşabiliyor.

Seda Bakan: Ben hep farklı şeyler oynamaya çalışıyorum. Açıkçası bana gelen her şeyi okuyorum ve diyorum ki “Bunda değişik ne yapabilirim?” Son dönemde oynadığım rolleri birbirine benzetmemeye çalışıyorum. Çünkü işler çok yakın tarihlerde oluyor. Biz tabii ki programı çok önceden bildiğimiz için tahmin ediyoruz. Mesela, ‘Zeytin Ağacı’ndaki ‘Leyla’, ‘Gelin Takımı’ndaki ‘Ayça’, ‘Takıntılar’daki ‘Işıl’ ve ‘Esas Oğlan’daki karakterimi, hepsini birbirinden ayırmaya çalışıyorum ve bunun için çok mücadele ediyorum. Yönetmenlerimle konuşuyorum, oyuncu arkadaşlarımdan fikir alıyorum ve tabii ki bunu böyle yaptığım zaman işimden çok tatmin oluyorum, kendimi iyi hissediyorum. Mesleğimi layığıyla yapmaya çalışıyorum.

• Fransız bir yönetmenin güzel bir sözü var: “Benim filmlerim salondan çıktıktan sonra da izlenebiliyorsa güzeldir” diyor. Yani salondan çıktıktan sonra film zihninde hâlâ akmaya devam ediyorsa o film güzeldir.

Zafer Algöz: Bir de izlediğiniz bir film, aradan uzun bir zaman geçtikten sonra, ben bunu bir daha izleyeyim duygusunu sizde uyandırıyorsa, o sinema filmi güzeldir. Mesela, ‘The Party’ filmini defalarca izlemişimdir ama eve gidip tekrar izleyeyim, yine çok gülerim. Çok iyi filmdir.

• Zafer Bey, kariyerinizin bu döneminde, ustalık döneminizde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Zafer Algöz: Ben kendimi hiçbir zaman usta olarak görmüyorum, iltifatınız için teşekkür ederim. “Yaşını başını almış oyuncu” diyelim. Mutlu hissediyorum. Çünkü insanın hayatta en büyük mutluluklarından biri, yapmak istediği mesleğe sahip olmaktır. Ben hep oyuncu olmayı hayal etmiştim. Daha doğrusu rahmetli annem, benim kariyer planımı çizmiş. Annem, daha bana hamileyken bir tiyatro oyununda, eski aktörlerden Yalın Tolga’yı seyretmiş. O devirde ultrason da yok, babama, “İnşallah oğlum olursa bu adam gibi oyuncu olur” demiş. Benim de yıllar sonra devlet tiyatrolarındaki ilk oyunumu Yalın Tolga yönetti. Sonra da sevgili Yalın Tolga’nın jübile oyununda beraber oynama şansına sahip oldum. Hayal ettiğim mesleği yapıyorum ve çok mutluyum.

• Anneniz sizi hep yönlendirdi mi?

Zafer Algöz: Oyuncu olmamı hep istiyordu. Kendisi bana söylemişti. Oyuncu olduktan sonra da çok performansımı izledi. Hem tiyatro sahnesinde hem sinema salonlarına geldi ve seyretti.

“EVLENMEN SORUN OLUYOR”

• Seda hanım, siz kariyerinizin bu döneminde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Seda Bakan: İyi hissediyorum, mutlu hissediyorum. Bir taraftan kendi aile hayatımı sürdürmeye çalışıyorum. Erkek oyuncular için bence bu bir tık daha rahat bir şey ama kadın oyunculara hep bir bakış açısı vardır. Evlenmen bir sorun oluyor; “Evlendi, artık çalışamaz” diyorlar. Çocuk doğuruyorsun; “Çocuk doğurdu, artık oyunculuk yapamaz” diye yine sıkıntı oluyor.

• Hâlâ öyle düşüncelerin olması çok tuhaf değil mi?

Seda Bakan: Bence hâlâ var ama biz bunu kırmaya çalışan jenerasyonuz. Öyle düşünüyorum. Emin olun var. Her yerde var. Halk da öyle düşünüyor, yapımcılar da öyle düşünüyor. Karşılaştığın insanlardan böyle şeyleri duyabiliyorsun. Şu anda çok aktif çalışıyorum ama çalışmadığım, yeni doğum yaptığım ya da hamile kaldığım dönemlerde bunları hissettim.

“KADIN OYUNCULAR ARASINDA DAHA FAZLA REKABET VAR”

• Sizin için bir sorun oldu mu?

Seda Bakan: Bir sorun olmadı… Sadece sabit fikirlerle savaşmaya çalışıyorum. Var olmaya çalışıyorum. Ben niye var olamıyorum? Erkek oyuncuların hepsi bunları yapıyor ve hâlâ çalışmaya devam ediyorlar, işlerinde bir sıkıntı olmuyor. Kadın oyuncularda da olmaması lâzım. Her zaman bunun arkasında duruyorum.

• Bu konuda psikolojik bir sıkıntı yaşamadınız, değil mi?

Seda Bakan: Hayır, orada alınması gereken mesajı hemen alırım ama kendimi yormam. Kendi bildiğim bir tarafım var ve o yoldan devam ederim.

Zafer Algöz: Bizim ülkemizde oyuncu olmak isteyen kadın sayısı, erkek sayısından çok fazla. Kızların çoğu oyuncu olmak istiyor. Erkekler, bu konuda biraz daha çekingen kalıyor. Kendini hiç bilmeyen, kendinin farkında olmayanlar oyuncu olabileceğini zannediyorlar. Kadınların oyunculuk dünyasında daha fazla rekabet var. Hep birinin yerine bir diğerinin gelmesi bekleniyor. Seda’nın dediği gibi 26 yaşındayken Türkiye’nin en parlak, en aranan oyuncularından biri oluyorsun ama 4 sene sonra evlenip çocuk sahibi olunca; “Bu, çocuk sahibi oldu, şimdi bundan jeune fille olmaz, onun yerine başka birini bulabilir miyiz?” gibi bir kafa yapısı oluyor ama Seda’nın durumunda olan bir oyuncu için aşağı yukarı birçok kadroda şans bulması, aranılan bir oyuncu olması onun için çok büyük bir mutluluk. Burada “Seda yerine başkasına bakalım” denmiyor. Çünkü bu da boşu boşuna olmuyor. Sektörde aranılan oyuncu olmak zaten başlı başına çok büyük bir meziyet. Seda’yı çok takdir ediyorum. İki çocuğu var, kendine göre bir aile hayatı var. Çocukları sete getiriyordu, onlar da sette büyüdüler. Uslu çocuklar, gelip oturuyorlar, bizle beraber yiyip içiyorlardı. Sonra da annelerini monitörden izliyorlardı.

“HER ANI PAYLAŞMAK DOĞRU DEĞİL”

• Zafer Bey, sosyal medyayla ünlüler arasındaki ilişki hakkında neler söylemek istersiniz? “Ünlüler, biraz gizemli olmalı” düşüncesi yerle yeksan mı oldu?

Zafer Algöz: Gizem yine devam ediyor. Gizemli olmalı ama nereye kadar olmalı. Elbette hayatının her anını insanlarla paylaşmak doğru değil. Mesela, restorana gideceğiz, yemek yemeden masayı çekenler var. Niye? Biz buraya, yemek yemeye geldik. Tatile gidiliyor. Hemen bir şeyler paylaşmak istiyorlar. Kadınlar, bu işleri daha çok seviyor. Biz erkekler, daha geri planda kalmayı seviyoruz. Bir de şöyle bir şey var, bir kadro yapılırken sosyal medyadaki takipçi sayısına göre oyuncu seçiliyor.

• Bu, gerçekten doğru mu?

Zafer Algöz: Yapılıyor ama bana o kadar saçma geliyor ki… 16 milyon takipçisi olan sosyal medyada isim olmuş genç bir delikanlıya film yapıyorlar. “16 milyon takipçisi olduğuna göre yarısı gelse 8 milyon gişe yapar” diyorlar ama bakıyorlar ki 8 bin kişi zor izliyor. Sosyal medyadaki takipçiler ne oldu? Bu işler sosyal medyayla olmuyor, fısıltı gazetesiyle oluyor. Emin olun, insanlar televizyondaki bir diziyi, sinemadaki bir filmi izledikleri, tiyatrodaki bir oyunu seyrettikleri zaman eğer “Bu filme gidin, bu oyunu seyredin” diyorlarsa, o oyuna ya da filme gidiliyor ama onun dışında vasat bir iş çıkardıysanız, sabun köpüğü gibi bir iş çıktıysa, istediğiniz kadar pompalayın hiçbir faydası olmuyor.

Seda Bakan: Ben kendi açımdan baktığım pencereyi anlatayım. sosyal medyayı lifestyle olarak kullanıyorum. Çünkü orada da reklam anlaşman oluyor. Mesela, televizyona yaptığın reklam anlaşması sana; “Televizyona reklam çekeceğim ama ben zaten bu parayı sana televizyona çektiğim film için vermiyorum. Sen bana her ay sosyal medyadan 12 tane post atacaksın, 13 tane story koyacaksın” diyor. Sen, şimdi o sosyal medyayı nasıl kullanmayacaksın. “Hayır, ben oyuncuyum ve sosyal medyada var olmak istemiyorum” diyemiyorsun. Şu anki şartlar bunu gerektiriyor. Yapmaya gücün varsa yapabiliyorsun.

“O RAKAMLAR BANA NEDEN GELMİYOR?”

• Bu arada “Sosyal medyadaki reklamların 15 saniyesi, 2 – 3 milyon ediyor” diyorlar. Bu doğru mu?

Seda Bakan: Vallahi bilmiyorum. Doğruysa bana neden gelmiyor o rakamlar? Belki orada başka bir dinamik vardır. Bahsettiğimiz takipçiler orada çok işe yarıyor ve ürünü sattırıyor olabilirler. Belki orada başka rakamlar dönüyor olabilir ama benim öyle değil, pakete dâhil, standart.

Zafer Algöz: O rakamların abartıldığını düşünüyorum.

• Türk filmleri için izleyici sayısı bir hayli düştü. Sizce neden?

Zafer Algöz: Pandemi dönemi sinemalara ve tiyatrolara çok büyük bir darbe vurdu. İnsanların toplu halde gittikleri mekânlar, restoranlar, kafeler, aklınıza gelecek her yer kapandı. Pandemi dönemi bittikten sonra da henüz normal hayata dönmeye çalışırken bir anda ekonomik anlamda birtakım olumsuz gelişmeler oldu. Böylece insanların maddi anlamda ceplerinden çıkacak olan para çok kıymetli hale geldi. Bu da çok doğal… Şimdi günümüz şartlarında mütevazı bir sinemaya iki kişinin gitmesi üç yüz lira, arabayı otoparka bıraksa dört yüz – beş yüz lira oluyor, bir şeyler yedi – içti, oldu bin liralık. Sonra insanlar, “Eşimle sinemaya gittim, bin lira para verdim, onun yerine iki tane dijital platforma yıllık üye olurum, orada istediğim kadar sinema filmi var, hem de evden dışarı çıkmam” diye düşünüyor. Bir filmi sinemaya gidip izlemek sinema kültürüyle alakalı olan bir şey. Çünkü toplu halde büyük bir perdede bir sinema filmini izlemenin tadı başka, bir de evde oturup bir plazma televizyonda izlemek başka. Bence ekonomimiz yüzünden insanlar sinemadan biraz geri durmaya başladılar. Bunun hava şartlarıyla da alakası var. Mesela, bir sinema filmini vizyona soktuğunuzda, o hafta sonu bahardan kalma, 26 derece bir hava varsa, insanlar sokaklara dökülüyor, hiç kimse kapalı yerlere gitmiyor. O şartların da oluşması lâzım. Bizim avantajımız da kış filmi olması. Yavaş yavaş havaların soğumaya başladığı bir dönem olduğu için umarım ki bize pozitif anlamda katkısı olur.

“KOMEDİ FİLMLERİ HAK ETTİĞİ SAYGIYI GÖRMÜYOR”

• Ana akım filmler çekiyorsunuz, başarılı oyunculuklar sergiliyorsunuz, yıllardır da bu işi yapıyorsunuz. “Filmleriniz neden festivallerde yok” diye kızıyor, üzülüyor veya sitem ediyor musunuz?

Zafer Algöz: Ben de onu soruyorum. Adana Altın Koza Film Festivali var, Antalya Altın Portakal Film Festivali var. Bu festivallerde neden komedi filmleri hiç dikkate alınmıyor? Komedi filmi çekmek çok zor iştir. Söylemeye gelince, “Komedi oynamak çok zor iş, herkes komedi oynayamaz” diyorlar ama komedi filmlerini festivallerde değerlendirmiyorlar. Komedi filmleri bence hak ettiği saygıyı görmüyor.

Seda Bakan: Küçümseniyor mu acaba?

• Bu sizi nasıl etkiliyor?

Zafer Algöz: Beni sinirlendiriyor. Komedi filmlerini niye değerlendirmiyorsun?

• Neden Adana Altın Koza Film Festivali’nde veya Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde, yılın en iyi erkek ya da kadın oyuncusu komedi filmlerinden çıkmasın? ‘Takıntılar’ı izlerken, gerçekten çok etkileyici oynadığınızı gördüm. Performanslarınız neden değerlendirilmesin?

Zafer Algöz: Onu jürilere ya da seçici kurula sormak lâzım.

Seda Bakan: Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde halkla birlikte filmimizi izlemeye gittik. Ben orada yönetmen arkadaşlarımı gördüm. Festivale gidip festival programını izleyen arkadaşlarım bana, “İzlediğim en iyi film buydu” dedi. Bunun bilincinde olan birçok insan var. Acaba biraz yapımcılara da mı iş düşüyor? Bu filmleri o yapının içine sokmaları gerekiyor.

• Komedi filmleri için şunu çok duymuşumdur: “Zaten gişede kazanıyorlar, burada da diğerleri kazansın.” Bu doğru bir yaklaşım mı?

Zafer Algöz: Gişede kazanamıyorsa ne olacak? Çok iyi komedi filmi yaptın ama gişede karşılığını bulmadı, o zaman ne olacak? Burada şöyle yanlış bir anlaşılma olmasın, “Kendilerine ödül istiyorlar, ödül bekliyorlar” değil. Sektörün tamamı için söylüyorum.

Seda Bakan: Ödül olmasa da en azından film orada yarışsın. Komedi filmlerine de en az onlar kadar emek veriliyor. Çok da para harcanılıyor. Seç, yarıştır, ödül verme yine, ona da tamamız.

Zafer Algöz: Sinemada nedense hep hüzünlü, koyu gri hikâyeler olacak. Uzun bakışlar olacak, 15 dakika tek plan, adam yokuşun altından yürüyecek, 12 dakika çıkmasını bekleyeceğiz. Mesela, gerçek zamanda çekilmiş gibi bir kahvaltı sofrası sahnesi var, 17 dakika kahvaltı yapıyorlar. Sahne boyunca 3 cümle ediyorlar.

• Başka neler söylemek istersiniz?

Zafer Algöz: Filmimizin yolu açık olsun. Aslında sektörde sinemaya yatırım yapan herkesin yolu açık olsun. Çünkü hepimiz klasik deyimle aynı gemideyiz. Bir yerli filmin sinemaları doldurması, o işe yapımcı olarak emek veren insanları da cesaretlendirir. En azından onlar da sinemaya yatırım yaparlar ve filmleri yapıp hemen dijital kanala satmak yerine, sinema sektörüne katkısı olsun diye önce sinema salonlarında gösterirler. Bir de Türkiye’de şöyle bir şey oldu; “Sinemaya gitmeme gerek yok, nasıl olsa dijitale düşer” diye düşünülüyor. Bence bu büyük bir hata.

Seda Bakan: Konu, o kültür dediğimiz noktaya gitmiyor. Sinema bir kültürdür. Sinema izlemek başka bir keyiftir, diyoruz ama filmleri televizyonda izledikleri gibi izliyorlar.

• Çok film çekilmesi iyi bir şey mi? Zira bu konuda da tartışmalar bulunuyor.

Zafer Algöz: Çok filmden ziyade nitelikli film çekilmesi iyi bir şey. Röportajdan önce sohbetimizde konuştuk; Hindistan’da 2020’de 2886 film çekilmiş. Bizde 2886 çekilmesin, 16 tane çekilsin ama iyi filmler olsun. Komedi de olsa dram da olsa iyi olsun çünkü kötü yapılan bir işin bir sonraki işe de negatif etkisi oluyor maalesef. Bir tanesine gittim, sevmedim, ikinciye gittim, onu da sevmedim, üçüncüye bir daha şans tanımayayım, diyebiliyorlar. Halbuki şans tanımadıkları o film belki de önceki ikisinden daha iyi bir sinema filmi olabilir.

İsyan ettiler
Yorum Yap

Tamamen Ücretsiz Olarak Bültenimize Abone Olabilirsin

Yeni haberlerden haberdar olmak için fırsatı kaçırma ve ücretsiz e-posta aboneliğini hemen başlat.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Giriş Yap

ÜLKEM TV ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin
Enable Notifications OK No thanks